Madrid Ayağı
29 Ocak 2013 Sabah saat 08:05’de Türk Hava Yollarının
İstanbul-Madrid uçağı ile İspanya yolculuğumuz başladı. Babam-Annem-Kız
Kardeşim ve ben.. Karşımızda İspanya… Atatürk Havaalanında güvenlik
kontrolünden geçerken ayakkabılarımızı dahi aranıp o şekilde güvenlik kontrolünden geçerken bir terör ülkesinden çıktığımı ne yazıkki farkettim.
3 saat 30 dakikalık keyifli bir uçuşun ardından
Madrid-Barajas Havaalanına yerel saat ile 10:35 de indik. Ocak ayının sonu
olmasına rağmen 650metrelik rakımıyla Madrid’de hissedilen hava sıcaklığı 4-5
derece hava ise gayet açık ve güneşliydi. Güvenlik kontrolünden geçip Madrid’in
içine doğru yolculuğumuz başladı. İlk durak Plaza De Toros... 1929 yılında
yapılmış olan bu Arena hala Boğa Güreşlerine ev sahipliği yapmaktadır. Genel
olarak tüm Madrid de kuvvetli şekilde hissedilen tuğla mimari Plaza De Torosta
da hissediliyor. Endülüs döneminden miras kalan bu mimari şekli şehri %80-%90
oranında kaplamış. Şehirde trafik nüfusa göre sıkışık ya da kalabalık
denmeyecek şekilde az. Ülkemizin aksine yayalara ve trafik kurallarına saygı
hayret edilecek düzeyde kusursuz. Ekonomik kriz geçirdikleri bu dönemde
hükümetlerine yönelik protestoya ve eylemlere birkaç noktada denk geldim. Lakin
ne bir biber gazına ne de polisin orantısız güç kullanımına maruz kalan kimseye
şahit olmadım. Polis ise şehirde tek tük görebileceğiniz kadar az.
Şehrin en büyük caddelerinden biri olan Paseo de la
Castellana caddesi bir sonraki durağımız. Bu cadde 12km uzunluğunda 5 şerit
gidiş ve 5 şerit gelişten oluşan sollu sağlı alış veriş mağazalarının olduğu
efsanevi bir cadde. Üzerinde Real Madrid futbol takımının stadı Estadio
Santiago Bernabéu stadı da yer alıyor. Caddenin en sonunda ise tüm ihtişamı ile
Puerta de Europe’a ikiz binaları mevcut.
Bir büyük meydan… Plaza Mayor… Çeşitli sokak sanatçılarının (ben
şişko spiderman i gördüm) restorant , cafe , lokanta ve hediyelik eşya
satıcılılarının bulunduğu nefeslenmek ve dinlenmek için şehrin hemen hemen
ortasında bulunan ihtişamlı ve tarihi noktası. 4 tarafından girişi olan kocaman
bir alan. Yemek yemek için biraz “tuzlu” ama gayet şık yerlerin olduğunu
söylemek gerek. Yemek demişken biz Müslümanlar için yasak kılınan “domuz”a ve
domuz ile yapılan her şeye tüm Madrid cafe ve restorantlarında rastlamak
mümkün.
Teşbihte hata olmaz diyerek tüm Madridin buram buram domuz koktuğunu
söyleyebilirim. Bunun yanı sıra "Tapas" adı verdikleri küçük güveç kaplarının
içinde domuz – balık – tavuk – dana etlerinden yapılmış şarap ile marine
edilmiş çeşit çeşit “atıştırma”lar çok yaygın. Tabiki ben genel olarak
etlerin hiçbirini denemeyi tercih etmedim. Peynir ve peynir türevleri
ile doymaya çalıştım. Doymak derken ne zaman yemek için dursam hepsinde Türk
mutfağını ve damak tadını hayal edip masadan o şekilde doyduğumu varsayıp
kalktığımı söyleyebilirim. Madrid seyahatim boyunca sevmediğim tek şey
yemekleri diyebilirim.
Plaza Mayordan sonra bir sonraki durağımız aslında bizim de
aşina olduğumuz İstiklal caddesine benzer yapıdaki “Puerta Del Sol” (Sol
meydanı) İstiklalin girişi ve istiklal boyu yürüyüş tarzında.. Plaza Mayorun
hemen arkasında ki bu meydanda yine sokak sanatçılarına denk gelebilir ücreti
karşılığında fotoğraflar çekilebilir ve gezebilirsiniz.(Heykel adam – korsan
Jack Sparrow gördüklerim) Madrid şehrinde her yerde çeşitli Grafiti çalışmaları
görmeniz olası çünkü bu çalışmalar bir kültür sanat etkinliği çerçevesinde ve
yasal durumu bilmemekle birlikte gayette serbest bir durum gibi şehrin her
yerinde var. Kimisi siyasi görüşleri , kimisi ekonomik krizi , kimisi kendi
grubunun reklamını yansıtan bu çalışmalar aslında şehri bir resim galerisi
havasına bürüyor ve sizde bu galeriyi geziyorsunuz.
Başkentte uyandığım sabah kahvaltıda bir şok yaşadım.
Dünyanın büyük zeytin üreticilerinden olan ispanya kahvaltı da zeytin yemiyor.
Hepsini satıyorlar mı acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Ve yine domuz. Ve
yine o kokusu. Acaba diyorum bizdeki gibi köfte kokusu duyunca ağzımızın
sulanması ya da mangal başında pişen etin kokusunu hissedince uyanan his
onlarda da domuz için mi uyanıyor? Muhtemelen öyledir. Tatsız tutsuz
peynirlerle yaptığım kahvaltının ardından şehri turlamaya devam ediyoruz. Prado
müzesi ve Sofia müzesi görülmeye değer ve birbirine yakın iki büyük müze.
Mükemmel bir metro sistemi kurulmuş. Kasvetli Başkentin
hemen her yerine 5 dakika da ulaşabiliyorsunuz ve tam da turistler için önemli
ve halk için kalabalık olabilecek meydan ve caddelerin kalbine..
Gran Via.. Büyük meydan.. Bir diğer açık hava meydanı. Lüks
mağazaların olduğu genellikle turist kesim için ideal olmayan ama tüm şehirdeki
gibi ihtişamlı ve işlemeli mimari binaların olduğu bir diğer uğrak noktası.
Enteresandır ki bizdeki tarzda apartmanları görmek mümkün değil adeta hepsi tarihi
eser. İşlemeli-oymalı ve birbirine benzer nitelikte evler. Çarpık bir yerleşim
yok. Uzun uzun düz caddelerin ortak noktada buluştukları ve son durak olarak
çıktıkları bir meydan. Herşey sistematik ve düzenli. Kaldırımlar; bir noktada
asla bitmez körler için ve kaykay - paten kullananlar için birbirlerine
bağlı ve işaretli sistemlerle kurulmuş. Körlere yönelik yine kırmızı ve yeşil
ışıklarda ses sistemleri mevcut ses gittikçe hızlanıyorsa anla ki ışık yayalar
için kırmızıya dönmek üzere ve sen o yaya geçidine girmek için bir kaldırımdan
inmene gerek yok kaldırım git gide alçalan ve tırtıkların bulunduğu bir zemin
zaten. Bunun yanı sıra Fransızlar gibi milliyetçilikten değil bence ama her
Avrupalı gibi uyuşukluk ve tembellikten ötürü İngilizce öğrenmemiş, ihtiyacı
olmamış ve bu yüzden İngilizce bilen kimselerin “do you speak english?”
sorusuna “a litte” diyebilecek kadar İngilizce bilen ama gerisinin olmadığı bir
memleket Madrid. Bu yüzden ben çok sıkıntı çektim ki İngilizce bilmeme rağmen
meramıma cevap hep İspanyolca olarak geldi. Belki haklılar Güney Amerika
Portekiz ve İspanya büyük bir çoğunluk eder ki bunlar İspanyolca ana dilleridir
diyebiliriz. Böyle bir durumda benim İspanyolca bilmeyişim eşeklik olmuş
diyebilirim J
Bunun bariz şekilde fark edildiği nokta taksiciler. Hemen hemen hiç İngilizce
bilene rastlamadım. Taksiler ise bizdekinin aksine hep beyaz renkte ve
böylelikle şehirde taksi yokmuş gibi görünüyor. Bize kıyasla bir diğer husus
taksicilerin içinde bayan taksicilerinde olması. Genellikle yaşlı kimselerin
sokaklarda dinç bir vaziyette dolaşmaları bizim yaşlı kimselere oranla daha
sağlıklı olmaları bir merak konusu oldu bende. Acaba domuzun etkisi mi diye
düşünmedim değil. Genç nüfus ise vurdum duymaz ve ukala görüntüde rahat ve
salaş bir yaşam tarzı genele hükmediyor. Pahalılık konusunda ise suyun en
pahalı içeceklerin başında geldiğini hatta bira ve koladan kısmen pahalı
olduğunu söylemek mümkün.
30 Şubat 2013 sabah 10:20’de Atocha Tren İstasyonundan Hızlı
Tren ile Madrid den Toledo şehrine geçtik. Hızlı trenin bilet ücreti kişi
başına 10€. 80km mesafede bulunan bu küçük tarihi şehre hızlı tren ile 30
dakika gibi bir sürede vardık. Toledo Tren istasyonu küçük şirin bir yer ama
bizdeki gibi alelade yapılanmamış yine bir tarihi süsleme yapılmış ve hoş bir
görüntü sergilenmiş.
Toledo: 3 dini ( Musevilik – Hristiyanlık – Müslümanlık )
barındıran ve surlar ile etrafı çevrilmiş , nehrin kenarına kurulmuş küçük ,
tarihi bir şehir. Museviler için Sinagoglar Hristiyanlar için kiliseler ve
Müslümanlar için camiler aynı anda bu şehrin içinde bulunuyor , ibadete açık ve
turizm için de müsait konuma getirilmiş şekilde hizmet veriyorlar.
Şehrin merkezinde 1400 lü yıllarda yapıldığı söylenen tarihi
Toledo katedrali mevcut. Tüm görkemiyle Hıristiyanlık için ticari bir hale
gelmiş ve 8€ luk girişi ile size bu tarihi sunuyor.
San juan de los Reyes kilisesi de oldukça heybetli ve
gözalıcı. Küçük bir şehir olduğu için yürüme mesafesi ile tüm şehri ve tarihi
yerleri gezmek mümkün.
Şehrin surlarına yakın ve nehrin kıyısını gören kesimde
bulunan sinagog ise Sefardi Sinagogu. Kişi başı giriş bedeli 3€ olan bu
sinagogda açıkçası bana sorarsanız sizi tatmin edecek bir şey yok. 1 litre su
parasına girişi olan bir yerden bir şey beklemekte mümkün değil gibi. Ama
sinagog da görmek ve gezmek istiyorum derseniz hay hay.
Şehirde yemek yemek için yine tapas ve pizza yapan yerler
mevcut ayrıca katedralin etrafında çok hoş kurabiye ve şekerleme tarzında
kekler ve yiyecekler mevcut. Onun haricinde tamamı hediyelik eşyalar ve el
işlemeciliği üzerine açılmış dükkanlar mevcut. Kılıçlar,el işlemesi kolye küpe
bileklikler biblolar heykeller biraz pahalı olmakla birlikte oldukça şık.
Saat 15:25 Toledo Tren İstasyonundan tekrar başkent Madrid’e
16:00’da döndük.
Aynı günün akşamı Madrid’de bir büyük etkinlik vardı. El
Classico… Real Madrid – Barcelona maçı. Kupa Del Rey de iki takım karşılaşıyor
ve maç ne şanslıyım ki Madrid’de… El Classico için öncesi ve sonrası anlatımı
yapmayıp direk linkini vermek istiyorum.
31 Ocak 2013 Sabahı Madrid şehrinin diğer ucunda olan Chamartin
Tren istasyonundan bir diğer küçük ve tarihi şehirlerden olan Âvila’ya gitmek
için Hızlı Tren bileti aldık. 1 saat 35 dakika sürecek yolculuk için kişi başı
12€ ödüyorsunuz ve Madrid - Âvila arası
110km mesafede. 11:40’da başlayan yolculuk 13:15’te sona eriyor. Villalba
kasabasından geçip doğruca Âvila’ya gidiyoruz. Ayrıca aynı mesafede bir diğer
tarihi şehir “Segovia” da var fakat biz Âvila ya gitmeyi tercih ettik.
Âvila’da yine Toleda gibi tarihi bir şehir eski yapılanma
aynen korunmuş. Her iki şehirde kısmen bizim Safranboluyu andırır türden lakin
etrafı surlar ve içerisi kaleler ile korunmuş hem şehir korunmuş hem mimari
korunmuş. Yüz yıllar öncesi yaşamın içerisinde bugun itibari ile dolaşır
gibisiniz. Önemli olan ve gidilmesi gereken birkaç yeri belirtmek isterim
Âvila Katedrali olarak geçen Santa Iglesia Catedrali şehrin
büyük katedralidir. Oldukça eski ve bir o kadar da soğuk devasa bir katedral.
Kişi başı gezi ücreti 4€ olup oldukça tatmin edici yapılar görebiliyoruz.
Bir diğer uğrak
noktası yürüme mesafesinde olan Santa Terresa kilisesi. Önünde mükemmel bir
Âvila manzarasının sizi beklediği bu kilise küçük ve çabuk gezilecek türden
Şehrin meydanı olan San Juan da küçük butikler kafeler ve
oturma alanları var. Tahminen şehrin girişi bu yönde çünkü şehri çevreleyen
surların genişliği ve kalenin yüksekliği bu bölgede daha fazla ve önünde uzun
uzadıya bir avlu ile giriş yönünün bu yön olduğunu saptamak zor değil. Aynı gün
akşamı hızlı tren ile saat 17:30 da Âvila Tren İstasyonundan kalkıp Madrid –
Chamartin Tren istasyonuna saat 19:05 de vardık.
1 Şubat 2013 sabahı otelimiz TRYP Atocha dan ayrılıp
Zaragoza’ya uğrayıp Barselona şehrine doğru otobüs ile seyahat etmeye başladık.
10:00’da başlayan yolculuğumuz 16:00 da Barselona daki TRYP Apollo oteline
varmayı hedefledik.
Öğlen saatlerinde Guadalajara dan geçip Zaragoza’da durduk.
Şehir bir büyük nehrin kenarına kurulup hemen nehrin yanına inşa edilmiş devasa
bir tapınak. Saragusta(Zaragoza) Tapınağı. Santiago köprüsünün hemen yanındaki
devasa tapınak tüm ihtişamı ile gezilecek bir yer. Etrafındaki cafe ve
restaurantlarda öğle yemeğimizi yedikten sonra otobüs ile Barselona şehrine
devam ettik.
Akşam otele yerleştikten sonra küçük bir şehir turu atıp
ertesi gün için dinlenmeye çekildik.
2 Şubat 2013
Barselona Ayağı
Barselona İspanya’nın başkent Madrid’den sonraki en büyük 2.
Şehri. Katalan şehri olarak bilinen Barselona 2 Expo fuarına ev sahipliği
yaparak (’88 ve ’92) de büyük yatırım almış ve “yürü ya kulum” denmiş bir şehirdir.
Madrid’e göre daha cosmopolit bir şehir olan Barselona kısmen kalabalık ve çok
sayıda milletten insan barındıran bir şehir. Hem maddi hem de manevi açıdan
zengin bir yapısı var. Madrid’e göre daha salaş ama deniz kenarı olduğu için bu
salaşlık kolay kamufle edilebilmiş.
Sabah saat 08:00’da otelimizden ayrılıp otobüs ile bir küçük
Barselona turu attık. Önce şehri tepeden gören Muntanya de Montjuiç yani
Montjuiç tepesine çıkıyoruz. Tüm Barselona şehri ayaklarınızın altında ve
alabildiğince mükemmel bir manzara.
Tepenin eteklerinde 92 olimpiyatları için yapılmış Milli
Stad mevcut. Bir sonraki durak 12km uzunluğundaki Gran Via De Los Corts Catalanes
yani Katalan meydanı. Bu meydan üzerinde şehrin önemli ekonomik getirisine
sahip kişiliği olan mimar “Gaudi”nin eserlerine denk gelebilirsiniz. Birisi
Casa Battlo ve hemen ilerisinde Casa Mila.
Sıradaki durağımız Gauidinin bir diğer eseri ve mirası olan
“Guel Park” oldukça estetik ve bir o kadar da sıra dışı olan bu park gerçekten
gezilmesi gereken yerler içerisinde.
Barselona’nın belkide en büyük mimarisi: Sagrada Familia
kilisesi meşhur ( bitmemiş kilise) 1880 lerde yapımına Gauidi’nin başladığı ama
1920’de ölümü ile henüz bitmeyen kilisenin muhtemel bitiş tarihi 2030 olarak
koyulmuş. Mimarinin dışından bakan bir kişi benim tabirim ile bittiği zaman
Hıristiyanlığı ana hatları ile anlayabilecek. Giriş ücretinin 18€ olduğu bu
kilisenin kulelerine de çıkmak mümkün lakin ücrete tabidir.
En ünlü meydan: Sahil kesimindeki colomb heykelinden
başlayıp Katalan meydanına kadar uzanan ve bu arada kalmış 2km uzunluğundaki La
Rambla meydanı. Sollu sağlı küçük caddelerin her birinin ortak çıkış noktası
olarak ayarlanmış bu meydanın arka kesimi eski Barselona diye tabir edilen
Gotik Barselonadır. Tarihi mimari daha çok korunmuş yıkılmamış ve şehir
büyümeye başladığında ön tarafta yeni yerleşme ile kurulmuştur.
La Rambla meydanını sahil kesimi Colomb caddesine “dağ”
kesimi ise katalunya meydanına çıkar. Colombun ordaki Akvaryumu herkesin
gezmesini tavsiye ederim giriş ücreti 19€ olmasına rağmen verdiğiniz paranın
değerini deniz altı merakınız varsa (ki bence yoksa bile) fazlası ile
alacaksınız. Girmek istemezseniz bile o bölgedeki alış veriş merkezi ,
wafflecılar ve martılar ile haşır neşir olabilir eğlenceli vakit
geçirebilirsiniz.
La rambla’nın dağ tarafı dediğim Katalunya meydanı , La
Rambla’ya göre daha pahalı ve lüks dükkanların olduğu daha nezih bir yer. Çünkü
açık konuşmak gerekirse Barselona, Madrid kadar güvenli bir yer değil. Kapkaç
ihtimali oldukça fazla çünkü Pakistanlı ve çekik gözlü kavimler ve Basklı
insanlar oldukça fazla ve onların ekonomik durumu çokta iyi değil. Hırsızlık
görülüyor. Kıyaslama yaparsak Madrid bizim başkentimiz Ankara’yı andırıyor
Barselona ise İstanbul’u. İnsan yapısı ve şehirleşme açısından. Yine metro
hattı burada da çok geniş ve çok kullanışlı. La Rambla meydanının hemen
altından geçen bir metro hattı varki metro geçerken ayaklarınızın altı
sallanıyor ve hissedebiliyorsunuz. Bu meydan sollu sağlı kurulmuş olan
apartmanların hemen altından bir gidiş bir geliş araba yolu ile kurulmuş ve siz
yaya olarak meydanın ortasında yürürken araçlar solunuzda ve sağınızdan
geçiyor. Alış veriş yeme içme gibi ihtiyaçların çeşitli fiyatlar ve çeşitli
tatlar karşılığında karşılandığı güzel vakit geçirilebilecek bir alan. Bizdeki
gibi insanlar alışveriş merkezlerinde değil daha çok meydanlarda.
Akşamları flemenco gecelerine gidebilirsiniz saat 19:30 da
başlayan 21:00’a kadar süren girişlerin 20€ olduğu bu gösteride müzik ve şölene
tam anlamıyla doyacaksınız. Palacio del Flemenco yu öneririm. Müzik kültürü
aşağı yukarı bizimkine eş olan flamencoda keyifli vakit geçirebilirsiniz.
3 Şubat 2013
Figueres ve Gironas Şehir gezileri.
Sabah saat 10:00 ‘ da Barselona’dan başlayan yolculuğumuz
12:00 da Figueres şehrinde noktalanmıştır. Bu şehirdeki adresimiz Salvador
Dali’nin müzesi olan Dali Müzesi. Figueres şehri Barselona’ya 140 km mesafede
ve kısmen daha iç kesimde yer alan küçük bir Katalan şehir. Çok enteresan bir
bakış açısı olan ve dünyaca ünlü olan Salvador Dali’nin müzesini gezmenizi ve
sevgilisi Gana ile olan ilişkilerini resmettiği tabloları görmenizi isterim.
Bir sonraki durak Gironas bölgesinin şehri olan Girona.
Figueres şehrine yarım saat uzaklıkta olan dere kenarına
kurulmuş küçük bir kasabayı andıran tipik bir öğrenci şehri niteliğindeki
mütevazi bir yerleşim yeri. Bir Katalan şehri olan ve Turistik özelliği
barındırdığı dükkanlardan ve salaş mekanlarından belli olan bu yerleşim yeri
butik bir şehir niteliğinde. Korunduğu tarihi ve yaşattığı kültürü ile farklı.
Gezilecek bir çok kilisesi ve Yahudi mahalleleri mevcut. Bu anlamda ilgi odağı
olabileceğini düşündüğüm bu şehre , katalunyanın bu bölgesine gelmişken
uğramınızı tavsiye ederim. Sant Feliu kilisesi şehrin hemen girişinde sizleri
karşılıyor.
4 Şubat 2013 FC Barselona Stadı Camp Nou gezisi.
Şehrin kalbi olan La Rambla meydanına 15 dakika mesafede.
Ortalama 5-6km uzaklıkta.
100.000 kişilik stadın turistik geziler için ayarlanmış bir
programı mevcut. Yönlendirme stili ile stadın hemen her yerini geziyorsunuz.
23€ gezi bedeli ödeyerek gezintiye FCBotiga (Barça Store)’dan başlıyorsunuz. 2
katlı devasa storun içinde yok yok denecek türden. Formalar atkılar Bardaklar
magnetler eşofmanlar çantalar ve hatta kendi şarapları bile…Rastaurantları
kafeleri…
Stadın içine girdiğimizde bizi devasa kupa müzesi karşılıyor
ve tarihi futbolcuların bilgilendirmeli efsanelerin hayatları..
Rotayı takip ettikçe Soyunma odası , Basın toplantısı odası , sahaya çıkış koridoru hemen sağında küçük bir ibadethane ve karşınızda koca bir mabet. Yeşil çimleri ile Camp Nou.
Rotayı takip ettikçe Soyunma odası , Basın toplantısı odası , sahaya çıkış koridoru hemen sağında küçük bir ibadethane ve karşınızda koca bir mabet. Yeşil çimleri ile Camp Nou.
Gezimizin ardından otele dönüş ve ertesi sabah için bavul
hazırlıkları. İspanya’da son gece
5 Şubat 2013 Saat 17:35 te Barselona El-Prat havaalanından 3
saat süren mükemmel bir uçuşun ardından önce Türkiye Saati ile 21:35 te
İstanbul Atatürk’e ordan da saat 00:35 te Trabzon ucağına binip 2:00’da
Trabzon’a geldik.
Mucho Gracias Espana..