28 Nisan 2013 Pazar

Eski Günler...


Büyüdüğüm yerdi Faroz. 
Kıyıya sarılmış bir siyah kurdele gibi siyah kumlar çok yaktı ayaklarımı rüya ayazlarında. Trabzon'a adını veren sini şeklindeki yassı taşları görmemiştim ama Trabzon'u, Trabzon'un en güzel yerini Faroz'u çektim içime bir masal gibi. 

Öyle sabırsız dalgaları vardı ki gönlümün kıyıya vuran. 
Kuma basmakla üzerimi değiştirip denize girmem bir oluyordu. 
Karadeniz'di, annem Karadeniz çocukları sevmez diyordu; dalgaları kayalar parçalıyor senide yutar diyordu. 
Trabzonspor şortumu da hep saklıyordu girmeyeyim diye denize. Oysa Karadeniz'di bu iri dalgaları vardı ama çocuktu daha. 
Hem kıyıya ineceksin hem dalgaları ıslatmayacak ayaklarını, coşardı Karadeniz coşardı bizi görünce. 
Çakıl taşlarını eleklerdik siyah kumuna kavuşma hevesiyle. 
Oysa sahilde o kadar yassı taş vardı ki sektirmeye, gündüz biz sektirme yarışı yapıyorduk gece Karadeniz bizi sahile kusuyordu. 
12 yaşımda atladım Osmanlı Kayasının tepesinden büyüdüğümü sanmıştım o an, yaştaşlarım ayaküstü atlarken ben balıklama atlamıştım. 
Faroz'lu oldun demişti ağabeylerim biraz da haşlanmıştım ama olsun Faroz'lu olmuştum. 
Bu Faroz'da Faroz'lu olmanın ilk adımıydı. 
İlk denize girdiğim yerdi Faroz, Sıçanlı Kayasına gitgelle öğrenilen yüzmeler. 
Rüzgârın uğramadığı Oda Başı Çay Bahçesi, Kaptanın Kahvesi, Başkaya da oturulup çıtlatılan çerezler. 
Limanın uzantısın da gece dolaşan ümitleri vardı herkesin, adı, şanı, liman arkası muhabbetleriyle, hoptekiyle meşhur Faroz. 
Akşam olunca salınırdı rakı kokuları kızartılan bir iki istavrite eşlik eden üzüm, beyaz peynir, karpuz balıkçı muhabbetleri işte. 
Oysa ben hiç içmedim liman arkasın da ağabeylerim, amcalarım vardı benim yerime de içen içtikçe güzelleşen. 
Akşam olunca bir avuç çekirdeği oluyordu herkesin yaz sıcakları ve sokak araları bize kalıyordu saklambaç diyorlardı biz gukku diye oynuyorduk arkadaşlarla, hemen almaca, höllüm ve kendi uydurduğumuz herkesin bildiği Faroz dilinde bir sürü oyunumuz vardı.
  
Faroz'a hırçın dalgaları gelirdi Karadeniz'in kayıklar limana çekilmiş muhabbet kahvedeki demli çay da deniz hırçınlaşmış, balıklar belirmiş hırçın sularda, biz palavralar atardık mahalle de bizim muhabbet başkaydı. 

1 sn. Faroz'mu? 
Buradan Teyze, Numune Hastane'sinin önünden merdivenlerden in Karataşlı yolu aşağıya kadar takip et, burnuna taze deniz kokusu gelince ve Karadeniz'in dost rüzgârı seni sarınca dur, 
- Hah işte orada duracağın yer Faroz'dur. Ama eskidendi Teyze çocuktum ve Faroz başkaydı benim için. 
T.C.K nedir bilmezken yaşımız, kamyonların, greyderlerin üzerinden okuduk öğrendik 
Türkiye Cumhuriyeti Karayolları olduğunu. 
Önce yolu yapmaya gelen bir kaç işçi sandık sonra sahili kapattılar denize toprak doldurdular. Karadeniz daha sarılamıyordu kıyılara ne Şirin kalmıştı ne de kayaları parçalayan Ferhat ne Karadeniz ne Faroz kalmıştı ne de bir kişi Faroz'u, Faroz yapan. 
Dedeleri, anneanneleri de topraklar örtmüştü nasıl Osmanlı Kayasını, Midilliyi, Sıçanlıyı, Baş Kayayı ve o çocukları, onlarda veda etmişlerdi yüzlerindeki gül çizikleriyle sessizce. Biz gözyaşlarımızı tutamamıştık Faroz'a ne de Pullu Hacer dövecekti bizi bastonuyla bahçesine top attık diye, zaten müdür amca da kapatmıştı dükkânı artık bakır çalmamızın ne anlamı olacaktı ki ona satmadıktan sonra hem başka demirciler bizi öle sevmiyordu ki; sonra biz güya büyürken çay bahçeleri kuruldu Faroz Sahiline nispet verir gibi her gece sazlar, sözler, eğlenceler oysa hatıralar oysa anılar oysa Faroz. 

Babalarımızın ve geçmişin anıları ağladı o toprağın altında annelerimizin gözünden yaşlar damladı, damlayan her yaşta parlayan denize taş atma yarışları, akşam sazlarına kolbastı diye hoptek atmalar denizden çıkmak istemeden o annemin elinden alıp kaçtığım midye ekmek araları, domates, Faroz. Faruk ağabeyimin beni dövüp denize atması, kamyon lastikleriyle yüzülen denizin tadı kaldı damağımda. O kara kumu Karadeniz örtmüyor muydu daha. Yapma kayalara vurup kalan karşı konulamayacak dalgaları Karadeniz'in, Faroz.
 
Faroz artık sahil yolunda bir şehrin ayağı. Bir iki şarkısız çay bahçesi, bir limanı, üç balıkçısı, bir kahvesi, bir büfesi, bir Ünsal Ağabeyi, Yalı Mahallesi, Muhtar Filiz'i, birde ismini yazmakla bitiremeyeceğim emektar ahalisi. Eski Faroz'a vuran Karadeniz. Geceleri kimse limana gitmiyor umutlarını televizyona bağlamış herkes, liman da kimse yürümüyor artık Rumların hatırası değildi Faroz, 
Faroz'u Faroz yapan dedelerimiz, anneannelerimiz, babalarımız, annelerimiz, ağabeylerimiz, ablalarımız ve belki de birazcıkta bizdik, Neşvet Teyze'de vardı nur içinde yatsın onun arka bahçesinde foduk ve bokuç oynarken oraya da el koydu umutları yıkan insanlar. Önce çocuk bahçesi dediler bizi kandırmak için, 
-amca amca biz Faroz'luyuz çocukta olsak Faroz'lu kanmaz amca diyemedik. Sonra hem Faroz'a ne gerekirdi ki çocuk bahçesi herkes büyük, herkes çocuktu ya biraz, sonra lüks daireler yaptılar oralara, o iki metrelik hep çıkarken dizimi yaraladığım kara Fatma, kara Fatma, elimi öpmezsen yuvanı yıkarım diye seslendiğimiz duvarı da yıktılar. Ne Neşvet Teyze'nin iki patlıcan inciri, bir karayemiş ağacı, nede çıkıp düşeceğimiz duvarlar kalmıştı Faroz'da. Mahalle de kesilen ağaçlarla can veren hatıralar, doldurulan denize esmeyen sahil rüzgârları, lüks apartmanlara gelen düzgün şiveli gayuğa kayık, çöşmüğe çeşme diyen insanlar. Özlenilen eski fasıllar, Karadeniz ve artık biz bile Faroz'da gerçek Faroz'lu değiliz. Ne Paşalı Oğlu Sokak kaldı, Arnavut taşlı sokaklar da, ne de Süleyman Bakkala hesaba yazdıranlar, çeşmelerde araba yıkar olmuş herkes ne de üzerinde incindi tek bir serçe, küçük evler yıkılmış büyük apartmanlar olmuş, dizi dibine oturupta hikâyelerini dinlediğim teyzeler yerine birbirini tanımayan komşular gelmiş, tepede altın bilezik ören kimse yok ve akşam olur kimsenin çekirdeği olmaz sahil de. Sahil mi? Doğru ya ey Faroz senide mi gömdüler o çay bahçelerinin altına, betonlaşmış, şehirleşmiş, birbirini tanımaz olmuş herkes, Faroz'da güya modernleşmiş ve Faroz'un yetiştirdiği son tıfıl dönem bizmişiz.