12 Şubat 2013 Salı

Mucho Gracias Espana



Madrid Ayağı

29 Ocak 2013 Sabah saat 08:05’de Türk Hava Yollarının İstanbul-Madrid uçağı ile İspanya yolculuğumuz başladı. Babam-Annem-Kız Kardeşim ve ben.. Karşımızda İspanya… Atatürk Havaalanında güvenlik kontrolünden geçerken ayakkabılarımızı dahi aranıp o şekilde güvenlik kontrolünden geçerken bir terör ülkesinden çıktığımı ne yazıkki farkettim.

3 saat 30 dakikalık keyifli bir uçuşun ardından Madrid-Barajas Havaalanına yerel saat ile 10:35 de indik. Ocak ayının sonu olmasına rağmen 650metrelik rakımıyla Madrid’de hissedilen hava sıcaklığı 4-5 derece hava ise gayet açık ve güneşliydi. Güvenlik kontrolünden geçip Madrid’in içine doğru yolculuğumuz başladı. İlk durak Plaza De Toros... 1929 yılında yapılmış olan bu Arena hala Boğa Güreşlerine ev sahipliği yapmaktadır. Genel olarak tüm Madrid de kuvvetli şekilde hissedilen tuğla mimari Plaza De Torosta da hissediliyor. Endülüs döneminden miras kalan bu mimari şekli şehri %80-%90 oranında kaplamış. Şehirde trafik nüfusa göre sıkışık ya da kalabalık denmeyecek şekilde az. Ülkemizin aksine yayalara ve trafik kurallarına saygı hayret edilecek düzeyde kusursuz. Ekonomik kriz geçirdikleri bu dönemde hükümetlerine yönelik protestoya ve eylemlere birkaç noktada denk geldim. Lakin ne bir biber gazına ne de polisin orantısız güç kullanımına maruz kalan kimseye şahit olmadım. Polis ise şehirde tek tük görebileceğiniz kadar az.

 

Şehrin en büyük caddelerinden biri olan Paseo de la Castellana caddesi bir sonraki durağımız. Bu cadde 12km uzunluğunda 5 şerit gidiş ve 5 şerit gelişten oluşan sollu sağlı alış veriş mağazalarının olduğu efsanevi bir cadde. Üzerinde Real Madrid futbol takımının stadı Estadio Santiago Bernabéu stadı da yer alıyor. Caddenin en sonunda ise tüm ihtişamı ile Puerta de Europe’a ikiz binaları mevcut.


 

 

Bir büyük meydan… Plaza Mayor… Çeşitli sokak sanatçılarının (ben şişko spiderman i gördüm) restorant , cafe , lokanta ve hediyelik eşya satıcılılarının bulunduğu nefeslenmek ve dinlenmek için şehrin hemen hemen ortasında bulunan ihtişamlı ve tarihi noktası. 4 tarafından girişi olan kocaman bir alan. Yemek yemek için biraz “tuzlu” ama gayet şık yerlerin olduğunu söylemek gerek. Yemek demişken biz Müslümanlar için yasak kılınan “domuz”a ve domuz ile yapılan her şeye tüm Madrid cafe ve restorantlarında rastlamak mümkün.
Teşbihte hata olmaz diyerek tüm Madridin buram buram domuz koktuğunu söyleyebilirim. Bunun yanı sıra "Tapas" adı verdikleri küçük güveç kaplarının içinde domuz – balık – tavuk – dana etlerinden yapılmış şarap ile marine edilmiş çeşit çeşit “atıştırma”lar çok yaygın. Tabiki ben genel olarak etlerin hiçbirini denemeyi tercih etmedim. Peynir ve peynir türevleri ile doymaya çalıştım. Doymak derken ne zaman yemek için dursam hepsinde Türk mutfağını ve damak tadını hayal edip masadan o şekilde doyduğumu varsayıp kalktığımı söyleyebilirim. Madrid seyahatim boyunca sevmediğim tek şey yemekleri diyebilirim.
 

Plaza Mayordan sonra bir sonraki durağımız aslında bizim de aşina olduğumuz İstiklal caddesine benzer yapıdaki “Puerta Del Sol” (Sol meydanı) İstiklalin girişi ve istiklal boyu yürüyüş tarzında.. Plaza Mayorun hemen arkasında ki bu meydanda yine sokak sanatçılarına denk gelebilir ücreti karşılığında fotoğraflar çekilebilir ve gezebilirsiniz.(Heykel adam – korsan Jack Sparrow gördüklerim) Madrid şehrinde her yerde çeşitli Grafiti çalışmaları görmeniz olası çünkü bu çalışmalar bir kültür sanat etkinliği çerçevesinde ve yasal durumu bilmemekle birlikte gayette serbest bir durum gibi şehrin her yerinde var. Kimisi siyasi görüşleri , kimisi ekonomik krizi , kimisi kendi grubunun reklamını yansıtan bu çalışmalar aslında şehri bir resim galerisi havasına bürüyor ve sizde bu galeriyi geziyorsunuz.
 

Başkentte uyandığım sabah kahvaltıda bir şok yaşadım. Dünyanın büyük zeytin üreticilerinden olan ispanya kahvaltı da zeytin yemiyor. Hepsini satıyorlar mı acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Ve yine domuz. Ve yine o kokusu. Acaba diyorum bizdeki gibi köfte kokusu duyunca ağzımızın sulanması ya da mangal başında pişen etin kokusunu hissedince uyanan his onlarda da domuz için mi uyanıyor? Muhtemelen öyledir. Tatsız tutsuz peynirlerle yaptığım kahvaltının ardından şehri turlamaya devam ediyoruz. Prado müzesi ve Sofia müzesi görülmeye değer ve birbirine yakın iki büyük müze.

Mükemmel bir metro sistemi kurulmuş. Kasvetli Başkentin hemen her yerine 5 dakika da ulaşabiliyorsunuz ve tam da turistler için önemli ve halk için kalabalık olabilecek meydan ve caddelerin kalbine..

Gran Via.. Büyük meydan.. Bir diğer açık hava meydanı. Lüks mağazaların olduğu genellikle turist kesim için ideal olmayan ama tüm şehirdeki gibi ihtişamlı ve işlemeli mimari binaların olduğu bir diğer uğrak noktası. Enteresandır ki bizdeki tarzda apartmanları görmek mümkün değil adeta hepsi tarihi eser. İşlemeli-oymalı ve birbirine benzer nitelikte evler. Çarpık bir yerleşim yok. Uzun uzun düz caddelerin ortak noktada buluştukları ve son durak olarak çıktıkları bir meydan. Herşey sistematik ve düzenli. Kaldırımlar; bir noktada asla bitmez körler için ve kaykay - paten kullananlar için birbirlerine bağlı ve işaretli sistemlerle kurulmuş. Körlere yönelik yine kırmızı ve yeşil ışıklarda ses sistemleri mevcut ses gittikçe hızlanıyorsa anla ki ışık yayalar için kırmızıya dönmek üzere ve sen o yaya geçidine girmek için bir kaldırımdan inmene gerek yok kaldırım git gide alçalan ve tırtıkların bulunduğu bir zemin zaten. Bunun yanı sıra Fransızlar gibi milliyetçilikten değil bence ama her Avrupalı gibi uyuşukluk ve tembellikten ötürü İngilizce öğrenmemiş, ihtiyacı olmamış ve bu yüzden İngilizce bilen kimselerin “do you speak english?” sorusuna “a litte” diyebilecek kadar İngilizce bilen ama gerisinin olmadığı bir memleket Madrid. Bu yüzden ben çok sıkıntı çektim ki İngilizce bilmeme rağmen meramıma cevap hep İspanyolca olarak geldi. Belki haklılar Güney Amerika Portekiz ve İspanya büyük bir çoğunluk eder ki bunlar İspanyolca ana dilleridir diyebiliriz. Böyle bir durumda benim İspanyolca bilmeyişim eşeklik olmuş diyebilirim J Bunun bariz şekilde fark edildiği nokta taksiciler. Hemen hemen hiç İngilizce bilene rastlamadım. Taksiler ise bizdekinin aksine hep beyaz renkte ve böylelikle şehirde taksi yokmuş gibi görünüyor. Bize kıyasla bir diğer husus taksicilerin içinde bayan taksicilerinde olması. Genellikle yaşlı kimselerin sokaklarda dinç bir vaziyette dolaşmaları bizim yaşlı kimselere oranla daha sağlıklı olmaları bir merak konusu oldu bende. Acaba domuzun etkisi mi diye düşünmedim değil. Genç nüfus ise vurdum duymaz ve ukala görüntüde rahat ve salaş bir yaşam tarzı genele hükmediyor. Pahalılık konusunda ise suyun en pahalı içeceklerin başında geldiğini hatta bira ve koladan kısmen pahalı olduğunu söylemek mümkün.

 

 

30 Şubat 2013 sabah 10:20’de Atocha Tren İstasyonundan Hızlı Tren ile Madrid den Toledo şehrine geçtik. Hızlı trenin bilet ücreti kişi başına 10€. 80km mesafede bulunan bu küçük tarihi şehre hızlı tren ile 30 dakika gibi bir sürede vardık. Toledo Tren istasyonu küçük şirin bir yer ama bizdeki gibi alelade yapılanmamış yine bir tarihi süsleme yapılmış ve hoş bir görüntü sergilenmiş.
 

Toledo: 3 dini ( Musevilik – Hristiyanlık – Müslümanlık ) barındıran ve surlar ile etrafı çevrilmiş , nehrin kenarına kurulmuş küçük , tarihi bir şehir. Museviler için Sinagoglar Hristiyanlar için kiliseler ve Müslümanlar için camiler aynı anda bu şehrin içinde bulunuyor , ibadete açık ve turizm için de müsait konuma getirilmiş şekilde hizmet veriyorlar. 

Şehrin merkezinde 1400 lü yıllarda yapıldığı söylenen tarihi Toledo katedrali mevcut. Tüm görkemiyle Hıristiyanlık için ticari bir hale gelmiş ve 8€ luk girişi ile size bu tarihi sunuyor.

San juan de los Reyes kilisesi de oldukça heybetli ve gözalıcı. Küçük bir şehir olduğu için yürüme mesafesi ile tüm şehri ve tarihi yerleri gezmek mümkün.

Şehrin surlarına yakın ve nehrin kıyısını gören kesimde bulunan sinagog ise Sefardi Sinagogu. Kişi başı giriş bedeli 3€ olan bu sinagogda açıkçası bana sorarsanız sizi tatmin edecek bir şey yok. 1 litre su parasına girişi olan bir yerden bir şey beklemekte mümkün değil gibi. Ama sinagog da görmek ve gezmek istiyorum derseniz hay hay.

Şehirde yemek yemek için yine tapas ve pizza yapan yerler mevcut ayrıca katedralin etrafında çok hoş kurabiye ve şekerleme tarzında kekler ve yiyecekler mevcut. Onun haricinde tamamı hediyelik eşyalar ve el işlemeciliği üzerine açılmış dükkanlar mevcut. Kılıçlar,el işlemesi kolye küpe bileklikler biblolar heykeller biraz pahalı olmakla birlikte oldukça şık.

Saat 15:25 Toledo Tren İstasyonundan tekrar başkent Madrid’e 16:00’da döndük.

 

Aynı günün akşamı Madrid’de bir büyük etkinlik vardı. El Classico… Real Madrid – Barcelona maçı. Kupa Del Rey de iki takım karşılaşıyor ve maç ne şanslıyım ki Madrid’de… El Classico için öncesi ve sonrası anlatımı yapmayıp direk linkini vermek istiyorum.


 

31 Ocak 2013 Sabahı Madrid şehrinin diğer ucunda olan Chamartin Tren istasyonundan bir diğer küçük ve tarihi şehirlerden olan Âvila’ya gitmek için Hızlı Tren bileti aldık. 1 saat 35 dakika sürecek yolculuk için kişi başı 12€ ödüyorsunuz ve Madrid  - Âvila arası 110km mesafede. 11:40’da başlayan yolculuk 13:15’te sona eriyor. Villalba kasabasından geçip doğruca Âvila’ya gidiyoruz. Ayrıca aynı mesafede bir diğer tarihi şehir “Segovia” da var fakat biz Âvila ya gitmeyi tercih ettik.

Âvila’da yine Toleda gibi tarihi bir şehir eski yapılanma aynen korunmuş. Her iki şehirde kısmen bizim Safranboluyu andırır türden lakin etrafı surlar ve içerisi kaleler ile korunmuş hem şehir korunmuş hem mimari korunmuş. Yüz yıllar öncesi yaşamın içerisinde bugun itibari ile dolaşır gibisiniz. Önemli olan ve gidilmesi gereken birkaç yeri belirtmek isterim

Âvila Katedrali olarak geçen Santa Iglesia Catedrali şehrin büyük katedralidir. Oldukça eski ve bir o kadar da soğuk devasa bir katedral. Kişi başı gezi ücreti 4€ olup oldukça tatmin edici yapılar görebiliyoruz.

 

 Bir diğer uğrak noktası yürüme mesafesinde olan Santa Terresa kilisesi. Önünde mükemmel bir Âvila manzarasının sizi beklediği bu kilise küçük ve çabuk gezilecek türden


Şehrin meydanı olan San Juan da küçük butikler kafeler ve oturma alanları var. Tahminen şehrin girişi bu yönde çünkü şehri çevreleyen surların genişliği ve kalenin yüksekliği bu bölgede daha fazla ve önünde uzun uzadıya bir avlu ile giriş yönünün bu yön olduğunu saptamak zor değil. Aynı gün akşamı hızlı tren ile saat 17:30 da Âvila Tren İstasyonundan kalkıp Madrid – Chamartin Tren istasyonuna saat 19:05 de vardık.

1 Şubat 2013 sabahı otelimiz TRYP Atocha dan ayrılıp Zaragoza’ya uğrayıp Barselona şehrine doğru otobüs ile seyahat etmeye başladık. 10:00’da başlayan yolculuğumuz 16:00 da Barselona daki TRYP Apollo oteline varmayı hedefledik.

Öğlen saatlerinde Guadalajara dan geçip Zaragoza’da durduk. Şehir bir büyük nehrin kenarına kurulup hemen nehrin yanına inşa edilmiş devasa bir tapınak. Saragusta(Zaragoza) Tapınağı. Santiago köprüsünün hemen yanındaki devasa tapınak tüm ihtişamı ile gezilecek bir yer. Etrafındaki cafe ve restaurantlarda öğle yemeğimizi yedikten sonra otobüs ile Barselona şehrine devam ettik.  
 

Akşam otele yerleştikten sonra küçük bir şehir turu atıp ertesi gün için dinlenmeye çekildik.

2 Şubat 2013

Barselona Ayağı

Barselona İspanya’nın başkent Madrid’den sonraki en büyük 2. Şehri. Katalan şehri olarak bilinen Barselona 2 Expo fuarına ev sahipliği yaparak (’88 ve ’92) de büyük yatırım almış ve “yürü ya kulum” denmiş bir şehirdir. Madrid’e göre daha cosmopolit bir şehir olan Barselona kısmen kalabalık ve çok sayıda milletten insan barındıran bir şehir. Hem maddi hem de manevi açıdan zengin bir yapısı var. Madrid’e göre daha salaş ama deniz kenarı olduğu için bu salaşlık kolay kamufle edilebilmiş.

Sabah saat 08:00’da otelimizden ayrılıp otobüs ile bir küçük Barselona turu attık. Önce şehri tepeden gören Muntanya de Montjuiç yani Montjuiç tepesine çıkıyoruz. Tüm Barselona şehri ayaklarınızın altında ve alabildiğince mükemmel bir manzara.

 

Tepenin eteklerinde 92 olimpiyatları için yapılmış Milli Stad mevcut. Bir sonraki durak 12km uzunluğundaki Gran Via De Los Corts Catalanes yani Katalan meydanı. Bu meydan üzerinde şehrin önemli ekonomik getirisine sahip kişiliği olan mimar “Gaudi”nin eserlerine denk gelebilirsiniz. Birisi Casa Battlo ve hemen ilerisinde Casa Mila.

 
 

Sıradaki durağımız Gauidinin bir diğer eseri ve mirası olan “Guel Park” oldukça estetik ve bir o kadar da sıra dışı olan bu park gerçekten gezilmesi gereken yerler içerisinde.

 

Barselona’nın belkide en büyük mimarisi: Sagrada Familia kilisesi meşhur ( bitmemiş kilise) 1880 lerde yapımına Gauidi’nin başladığı ama 1920’de ölümü ile henüz bitmeyen kilisenin muhtemel bitiş tarihi 2030 olarak koyulmuş. Mimarinin dışından bakan bir kişi benim tabirim ile bittiği zaman Hıristiyanlığı ana hatları ile anlayabilecek. Giriş ücretinin 18€ olduğu bu kilisenin kulelerine de çıkmak mümkün lakin ücrete tabidir.

 
 
 

En ünlü meydan: Sahil kesimindeki colomb heykelinden başlayıp Katalan meydanına kadar uzanan ve bu arada kalmış 2km uzunluğundaki La Rambla meydanı. Sollu sağlı küçük caddelerin her birinin ortak çıkış noktası olarak ayarlanmış bu meydanın arka kesimi eski Barselona diye tabir edilen Gotik Barselonadır. Tarihi mimari daha çok korunmuş yıkılmamış ve şehir büyümeye başladığında ön tarafta yeni yerleşme ile kurulmuştur.
La Rambla meydanını sahil kesimi Colomb caddesine “dağ” kesimi ise katalunya meydanına çıkar. Colombun ordaki Akvaryumu herkesin gezmesini tavsiye ederim giriş ücreti 19€ olmasına rağmen verdiğiniz paranın değerini deniz altı merakınız varsa (ki bence yoksa bile) fazlası ile alacaksınız. Girmek istemezseniz bile o bölgedeki alış veriş merkezi , wafflecılar ve martılar ile haşır neşir olabilir eğlenceli vakit geçirebilirsiniz.

La rambla’nın dağ tarafı dediğim Katalunya meydanı , La Rambla’ya göre daha pahalı ve lüks dükkanların olduğu daha nezih bir yer. Çünkü açık konuşmak gerekirse Barselona, Madrid kadar güvenli bir yer değil. Kapkaç ihtimali oldukça fazla çünkü Pakistanlı ve çekik gözlü kavimler ve Basklı insanlar oldukça fazla ve onların ekonomik durumu çokta iyi değil. Hırsızlık görülüyor. Kıyaslama yaparsak Madrid bizim başkentimiz Ankara’yı andırıyor Barselona ise İstanbul’u. İnsan yapısı ve şehirleşme açısından. Yine metro hattı burada da çok geniş ve çok kullanışlı. La Rambla meydanının hemen altından geçen bir metro hattı varki metro geçerken ayaklarınızın altı sallanıyor ve hissedebiliyorsunuz. Bu meydan sollu sağlı kurulmuş olan apartmanların hemen altından bir gidiş bir geliş araba yolu ile kurulmuş ve siz yaya olarak meydanın ortasında yürürken araçlar solunuzda ve sağınızdan geçiyor. Alış veriş yeme içme gibi ihtiyaçların çeşitli fiyatlar ve çeşitli tatlar karşılığında karşılandığı güzel vakit geçirilebilecek bir alan. Bizdeki gibi insanlar alışveriş merkezlerinde değil daha çok meydanlarda.


 

Akşamları flemenco gecelerine gidebilirsiniz saat 19:30 da başlayan 21:00’a kadar süren girişlerin 20€ olduğu bu gösteride müzik ve şölene tam anlamıyla doyacaksınız. Palacio del Flemenco yu öneririm. Müzik kültürü aşağı yukarı bizimkine eş olan flamencoda keyifli vakit geçirebilirsiniz.

3 Şubat 2013

Figueres ve Gironas Şehir gezileri.

Sabah saat 10:00 ‘ da Barselona’dan başlayan yolculuğumuz 12:00 da Figueres şehrinde noktalanmıştır. Bu şehirdeki adresimiz Salvador Dali’nin müzesi olan Dali Müzesi. Figueres şehri Barselona’ya 140 km mesafede ve kısmen daha iç kesimde yer alan küçük bir Katalan şehir. Çok enteresan bir bakış açısı olan ve dünyaca ünlü olan Salvador Dali’nin müzesini gezmenizi ve sevgilisi Gana ile olan ilişkilerini resmettiği tabloları görmenizi isterim.



Bir sonraki durak Gironas bölgesinin şehri olan Girona.

Figueres şehrine yarım saat uzaklıkta olan dere kenarına kurulmuş küçük bir kasabayı andıran tipik bir öğrenci şehri niteliğindeki mütevazi bir yerleşim yeri. Bir Katalan şehri olan ve Turistik özelliği barındırdığı dükkanlardan ve salaş mekanlarından belli olan bu yerleşim yeri butik bir şehir niteliğinde. Korunduğu tarihi ve yaşattığı kültürü ile farklı. Gezilecek bir çok kilisesi ve Yahudi mahalleleri mevcut. Bu anlamda ilgi odağı olabileceğini düşündüğüm bu şehre , katalunyanın bu bölgesine gelmişken uğramınızı tavsiye ederim. Sant Feliu kilisesi şehrin hemen girişinde sizleri karşılıyor.

 

4 Şubat 2013 FC Barselona Stadı Camp Nou gezisi.

Şehrin kalbi olan La Rambla meydanına 15 dakika mesafede. Ortalama 5-6km uzaklıkta.

100.000 kişilik stadın turistik geziler için ayarlanmış bir programı mevcut. Yönlendirme stili ile stadın hemen her yerini geziyorsunuz. 23€ gezi bedeli ödeyerek gezintiye FCBotiga (Barça Store)’dan başlıyorsunuz. 2 katlı devasa storun içinde yok yok denecek türden. Formalar atkılar Bardaklar magnetler eşofmanlar çantalar ve hatta kendi şarapları bile…Rastaurantları kafeleri…

Stadın içine girdiğimizde bizi devasa kupa müzesi karşılıyor ve tarihi futbolcuların bilgilendirmeli efsanelerin hayatları..
Rotayı takip ettikçe Soyunma odası , Basın toplantısı odası , sahaya çıkış koridoru hemen sağında küçük bir ibadethane ve karşınızda koca bir mabet. Yeşil çimleri ile Camp Nou.



 

 

 

Gezimizin ardından otele dönüş ve ertesi sabah için bavul hazırlıkları. İspanya’da son gece

5 Şubat 2013 Saat 17:35 te Barselona El-Prat havaalanından 3 saat süren mükemmel bir uçuşun ardından önce Türkiye Saati ile 21:35 te İstanbul Atatürk’e ordan da saat 00:35 te Trabzon ucağına binip 2:00’da Trabzon’a geldik.

Mucho Gracias Espana..