4 Kasım 2011 Cuma

Bir "Eski Bayramlar" Klasiği

Bir Eski Bayramlar Klasiği

Eski bayramlardan bahsederdi büyüklerimiz. Çok farklıymışlar. Bayram hazırlıkları , koşuşturmalar…

Aile içinde bayram havası estirmek varmış. Şimdiki gibi bir yerlere tatile gitmek yokmuş. Tatile gitmenin çok kötü bir durum olarak adlandırıldığı zamanlardı bunlar.

                Çarşıya çıkılıp bayramlıklar alınırmış. Eskiden… Şimdi bayramlıklar evlere postalanıyormuş gibi… Çocuklar bu bayramlık adı verilen giysilere sahip oldukları için çok sevinirlermiş. Zaten bugün öyle altın kaplamalı ! giysiler yok , o yüzden bizler alış-veriş yaptığımızda hep mutsuz , somurtkan insanlar olduk çıktık.

                Yemekler yapılırmış o zamanlar. O zamanlar diyorum kusura bakılmasın milat öncesi devirlerden bahsediyorum. Şuan yemek yapılmıyor hepimiz kapsüllerle yaşamımızı sürdürdüğümüz için bu “yemek yapma” mevzusuna çok uzağız bu yüzden.

                Birde arife akşamı erkenden yatılırmış o dönemde. Ertesi sabah camiye gidilecektir çünkü. Zaten şimdilerde camiye gitmek olmadığından erken kalkma sözü bizlere çok uzak !!

Evet sevgili dostlarım ben bu “Eski bayramlar” mevzusunu anlamıyorum. Sanırım anlamayacağımda. Ama birilerinin zaman kavramını da anlamadığından eminim. Saygılar sevgiler. Gönlünüzce geçirdiğiniz bir bayram olması ümidiyle.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Bir Ameliyatın anatomisi 4Nisan2011

Her zaman anlatacak bir hikayemin olmasını istemiştim. Bir travma hikayesi…İnsanoğlunun yaşayacağı en büyük travmalardan birini yaşadığıma inanıyorum ve bu yazımda sizlerle Dorsal Scheurmann Kifoz ameliyatımın öncesi /sonrası yaşadığım duygu karmaşasını ve edindiğim deneyimleri  paylaşacağım.

                                                                Nedir bu Kifoz?

                                

Kifoz, sırtın üst kısmının (torasik omurga) ileriye doğru yuvarlaklaşmasıdır. Yuvarlanmanın bir ölçüde olması normaldir, ancak "kifoz" terimi genellikle 40 ila 45 dereceden daha fazla olan, abartılı bir yuvarlanmayı ifade eder. Bu şekil bozukluğuna yuvarlak sırt veya kambur adı da verilir. Torasik, omurga kaburga kemiklerinize bağlanan, ortadaki 12 omurdan meydana gelir. Kifozda, omurganız normal görünebilir ya da sırtınızda kambur oluşabilir. Kifoz, gelişim sorunlarının, omurga arteriti gibi dejeneratif hastalıkların, omurlarda sıkışmadan ötürü kırıkların olduğu kemik erimesinin veya omurgadaki travmanın sonucunda oluşabilir.

Belirtiler ve semptomlar

  • Kambur durmak veya kamburluk
  • Hafif sırt ağrısı
  • Omurgada tutukluk veya acıma
  • Yorgunluk













Risk faktörleri
Belirli kişilerden oluşan gruplar daha yüksek kifoz riski altındadır:

  • Duruşu kötü olan, ergenlik çağındaki kızlar daha büyük postürel kifoz riski altındadır.
  • 10 ila 15 yaşları arasındaki erkek çocuklar daha büyük Scheuermann kifozu riski altındadır.
  • Osteoporozu olan yaşı ilerlemiş yetişkinler, kifoza neden olabilecek omurga kırıkları konusunda daha yüksek risk altındadır.
  • Bağ dokusunu etkileyen Marfan sendromu gibi belirli hastalıkları olan kişiler risk altındadır.

Komplikasyonlar
Kifoz, aşağıdaki komplikasyonlara sebebiyet verebilir.

  • Vücudun görünümü ile ilgili sorunlar. Özellikle ergenlik çağındakiler, sırtın yuvarlak olmasından veya rahatsızlığın düzeltilmesi için destek aleti takmak zorunda olmaktan ötürü kötü bir vücut görünümüne sahip olabilir.
  • Şekil bozukluğu. Sırttaki kambur, zaman içinde fark edilir hale gelebilir.
  • Sırt ağrısı. Bazı vakalarda, omurganın yanlış doğrultuda olması, şiddetli veya elden ayaktan düşürücü boyuta ulaşabilecek ağrıya neden olabilir.
  • Nefes almada zorluklar. Ağır vakalarda, bu eğri göğüs kafesinin akciğerlerinize bastırmasına neden olarak, nefes alma yetinizi engelleyebilir.
  • Nörolojik semptomlar. Bunlara, ender olsa da, omurga sinirleri üzerindeki baskının bir sonucu olan bacak zayıflığı veya felç dahil olabilir.



Evet özet olarak diyemeyeceğim genel olarak Kifoz budur.

Benim bu durumu idrak etme ve hatta geç idrak etme safhama gelince;

17 yaşımdayken başlamıştı sırt ağrılarım ama ergenliğin vermiş olduğu rahatlık yüzünden pek üzerine düşmüyordum bu durumun ve “bana bir şey olmaz” diyordum.Gel zaman git zaman bu şekilde yaşantıma devam ettim taa ki ağrılar ve eğrilik artana kadar.Tabi ki bu sadece benim ihmalkarlığım ile ölçülemezdi uzun boylu insanların bir çoğunda bu sorun baş gösteriyor günümüzde.

                Prof.Dr. Azmi Hamzaoğlu ile ilk randevu

24.03.2010 tarihinde Prof. DR. Azmi Hamzaoğlu ile Istanbul Çağlayan Florance Nightingale Hastahanesinde görüşmeye gittik. “İnsanlarda 35o eğiklik vardır yaratılışları gereği sende ise suan 70o ‘ ye ulaşmış normalde ameliyat olman lazım ama bu ameliyat en az her ameliyat kadar riskli hem ayrıca yaşın çok genç” dedi ve ekledi;  “ Oğlum olsa senin yerinde bu durumda ameliyat etmem” .“Bol bol yüz çünkü yüzmek sırt kaslarını güçlendirip omurgaya düşen yükü hafifletecek”dedi ve spor yapmak, süreci gözlemlemek ve değerlendirmek üzere Istanbul’dan ayrıldık.Fakat, benim sportif yaşantım 3-5 günün önüne geçemedi çünkü zaten içinde bulunduğum dönem duygu yoğunluğu olan bir dönem , kambur olmakdan ötürü denize girmeyi sevmeyen bir hal almışım öneri olarak yüzmek gelince o sırada daha farklı daha çocuksu düşünüyormuş insan. Halbuki şuan Sanat için soyunurum lafını Sağlık için de soyunurum olarak yenilemek istiyorum.

Tamda ameliyat fikri beynimin büyük bir kısmını meşgul ederken bir de Şeker Hastalığı peydah oldu bana.Aslında bu da benim kendi hatamdı bir bakıma. Çünkü ameliyat olacak olma ihtimali beni strese sokuyordu spor yapmak gerekiyor olgusu beynimi kemirdikçe spordan kaçıyordum  kamburluktan ötürü bol giysiler giyiyordum ve + bu stresle yemek yedikçe yiyor kilo aldıkça bol giysileri tercih ediyordum ve kaçınılmaz son vücuda şeker depolanmasından ötürü şekerimi düşüremiyordum ve tanı kondu : Şeker Hastalığı.

Doktor Bey ile 6 ay sonrası için randevuleşmiştik ama bu acil gelişen durum yüzünden 3 ay erkene aldırdık görüşmeyi ve kendisini ile görüştük ve bu arada çektirdiği bir röntgen filmi de “Ameliyat artık şart” boyutuna getirmişti , röntgende omurgadaki deformeler geçen 3 ay içinde artmış ve eğilen omurga üzerinden sıvı akışı git gide azalmıştı bu durum yürüyüşte dengesizliğe sebep olacaktı başta ve daha sonrasında da kısmı felçe kadar götürebilirdi beni.Ameliyat konusunda artık tereddütümüz kalmamıştı sadece şeker hastası olmam ne kadar etkileyecekti ameliyatı ya da engel olacakmıydı bunu konuşmamız gerekiyordu. Bu konu için Endokrin uzmanı  Prof. Dr. Hakkı Kahraman ile görüşüp gerekli tahliller neticesinde Şeker Hastalığımın ameliyata engel olmadığı kararına varıldı ve 1 hafta sonrasına ameliyat tarihi belirledik.

                Hastaneye yatış

Tarih : 01.04.2010 Cuma günü Florance Nighingale Hastahanesine yattım. Gerekli  tetkikleri yapmak vücudu ameliyata hazır hale getirmek için 2 gün hastanede kaldım.Neydi bunlar? En başta Şeker dengelenmesi , Kalp ritmi dengesi , Akciğer solunumu yeterliliği gibi gibi durumlar…Burda bir es vermek istiyorum hayatımda hiç bu kadar kısa zamanda bu kadar çok doktor tarafından bakılmamıştım bu durum benim şöyle bir geri yaslanmamı sağladı artık güvendeyim dedim kendi kendime.

Ameliyat Günü:04.04.2010 Pazartesi

Sabah saat 08:30 civarı gibi Prof. Dr. Azmi Hamzaoğlu ve onun çok değerli ekibinden Op. Dr. Çağatay Öztürk , Op. Dr. Selhan Karadereler , Op.Dr. Meriç Enercan ve 3-4 hemşire ile birlikte odama girdiler.Kendimi bir an filmlerde izlediğim asılmaya gidecek olan bir kişinin celladı ile göz göze geldiği o sahnede hissettim.Bayağı heyecanlandığımı anlamış olacaklar ki çeşitli sakinleşme telkinlerinde bulunuyorlardı bana o sırada laf arasında bir sakinleştirici iğne ile daha oda dan çıkamadan gözlerimi 12 saat sürecek ameliyatım için kapadım.

                Titanyum Vidalı Uyanış

Uyandığımda tepemde dikilen 3 kişiyi hissedebiliyordum uzaktan uzaktan sesleri geliyordu ama yorgunluktan gözlerimi açacak takatim bile yoktu. Uyandığımı anlamış olacaklar ki; “Orhan bir şey istiyor musun?” dedi içlerinden biri. “SU” diye fısıldamışım haykırdığımı sanarken. Islak bir pamuk hissettim dudaklarımda ama neye , kime yeterdi o kadarı. “SU”diye haykırdım tekrardan ama bu kadarı yetermiş. Tam o sırada tanıdık bir ses çalındı kulağıma. “Orhan bir ihtiyacın var mı ?” dedi o güzel insan. (Prof. Dr.Azmi Hamzaoğlu)

                                                                      

“SU HOCAM” diye haykırdım bana kalsa. “Bir bardak su verin çocuğa” dedi ve o anki mutluluk ilk kez mutlu olduğumu hissettirdi bana.Kamışla fondip misali bir nefeste çektim suyu ve aynı hızla onlarda ağzımda ki burnumdaki hortumları çektiler (: . Şaka bir yana suyumu içtikten sonra “Orhan şimdi seni ayağa kaldıracağız dedi az önce bana suyu yeterli gören şeker hemşiremiz.İçimden veya dışardan “OHA!” dediğimi biliyorum gözlerimi hafif aralayabildim ve beni hasta yatağında diklediklerini gördüm karşımda uzun boylu sayılabilecek bir hasta bakıcı vardı zar zor ellerinin kıllı oluşundan erkek olduğunu seçebiliyordum ellerini bana doğru uzatmış ona tutunmamı bekliyordu,ellerime bakarak; ellerimle onun dirseklerini kavradım. Hiç inanmasamda kalkabileceğime derin bir nefes almaya çalışıp bir gazla! O hasta bakıcı arkadaşa tutundum ve ayaklarımın üzerine kalktım. İşte o anda “Bu nedir böyle” dedim sanıyorum yine içimden. 21 yıldır dünyaya baktığım mesafeden daha yüksekdeyim sanki. Evet doğruydu 3cm. kadar uzamıştım hissedebiliyordum ama şuan onu  değerlendirebilecek kadar zamanım yoktu çünkü görüş alanımdaki herşey nefes alış ölçüm doğrultusunda gidiyor ve tekrar geliyordu.3-5 saniye kadar sonra ışık namına hiç bir şey kalmadı karşımda ama gözlerimin açık olduğunu biliyordum . Birden korkmaya başladım . Yine yeniden bu durumu da hisseden hasta bakıcılar “Orhan nasıl hissediyorsun?” dediler ki bu lafın 21 gün boyunca günde en az 15-20 kere bana söyleneceğini bilmeden o lafa can kurtaran gibi atladım ve GÖREMİYORUM dedim.Inanılmaz bir duygu karmaşası içindeydim sırtım ne halde ondan hiç haberim yoktu ama göremiyordum…Hemen akabinde “Yatırın.” Uyarısı geldi. Yattığım anda bir derin nefes çektim ve ilk uyandığım andan daha net olarak karşımdaki hemşirelerin göz rengini saç rengini ve burun deliklerini dahi seçebiliyordum. Işte o an insanoğlunun vücuduna ve bu vücudun iyileşmeye ne kadar açık olduğuna tanık oldum. Tanrının nasıl bir metabolizma yarattığını nasıl sistematik bir şekilde çalıştığının bizzat şahidi oldum ve yeniden hayran kaldım.Sadece tansiyonum düşmüştü ama bir dakika öncesi ve sonrası duruma baktığımızda yeni uyandığında zar zor görürken etrafı ayağa kalktığında tamamen kaybettiğin görme hissi , yatağa kafanı koyduğun anda ilk uyanıştakinden daha netti. Tabir-i Caizse tam dibini görmüşken birden beterin beteri var diye fısıldıyor biri kulağına.Şu an bakınca altı üstü bir tansiyon düşmesi yaşamış olmama rağmen bunca duygusal olguyu sadece 1-2 dakika içinde travmaya dönüştürmüştüm ve kendimce kontrolünü sağlamaya ve hatta sağlayamayacak olmaktan ötürü daha da derin bir travmaya sürükleniyordum.Bu karmaşayı düşünürken kafayı tekrar yastığa koymanın verdiği huzur ile gözlerimi kapadım ve Hoş geldin Orhan dedim kendi kendime.

                Servis odasına çıkış: 05.04.2010 Salı

24 saat yoğun bakımda kaldıkdan sonra artık anamın babamın yanına çıkartılıyordum. Çok gariptir küçükkende böyle hissederdim el arabasında sürerdi beni arkadaşlarım alttan yukarı insanlara bakınca çok daha net ve samimi gelir dünya. Hasta yatağıyla odaya girdiğimde anam babam ve akrabalarım başıma gelmişti. Annemin gözünde benim hissettiğim o karmakarışık duyguların aynısı vardı . Mutluluk ve Endişeyle birlikte heyecan heryerini sarmıştı ama hergeçen saniye mutluluk artıyordu saniye saniye an ve an görebiliyordum bunu. Babam da tıpkı annem gibi benim doktorlara emanet olduğum süre boyunca nefesini tutmuş gibiydi ve bana baktıkça nefesini bırakma esnasında yaşanan o rahatlığı yaşıyorlardı.Babamın gözündeki endişede yerini artık yavaş yavaş tebessüme bırakmaya başlamıştı.Ben de onları gördükçe seviniyordum ama sevinç-üzüntü-korku-endişe herşey birbirine girmiş sanki başka bir vücuda uyum sağlamaya çalışıyordum da beceremiyor gibiydim.Ailemin neler yaşadığını anlatmayı düşünmüyorum çünkü anlatmaya çalışmak bile işi oldukça karmaşık yapacaktır eminimki tarif edilebilecek cümleleri olsa , o cümleleri kurardım.

 Fakat, net olan birşeyin farkındaydım. Ameliyat oldum arkadaş “ne olacaksa” ona olduğu zaman bakacağız artık.Tam bu hoş geldin beş gittin edalarıyla boğuşurken o güzel insan arkasında bir yarım alay ile odama girdi.(Prof.Dr.Azmi Hamzaoğlu ve çok değerli sağlık ekibi).Ben ameliyattayken zaten saat saat neler yapıldığı aileme bildirilmişti ama birde bana anlatıyordu güzel insan. 26 adet titanyum vidayı  30cmlik 2 adet yine titanyum çubuklar ile omurga kemiklerine tutturmuştu . Kendisi anlattıkça arkamın sızlamaya başladı hissine kapıldım.”Adam bana baştan omurga yapmış beni baştan yaratmış ya la” dedim içimden.

                Servis odası iyileşme süreci

                Fizyoterapistler eşliğinde hergün düzenli olarak yürütülmeye çalışıldım.”Yürümek” tabikide zordu,zor bir iştir yürümek.Önce yattığın yerden kalkmak için cesaretlenmen lazım sonu düşünmen lazım… umutlanman lazım… yataktan yardım alarak diklenmeye çalışıyor ve oturur pozisyona geliyorsun önce ve sonra derin bir nefes alıyorsun arkana bakıyorsun az önce yattığın yerde değilsin artık bir nebzede olsa kendi kuvvetinle “oturuyorsun”.Ayağa kalkmış olmayı hayal ediyorsun ,ayakta durabilmeyi.Velhasıl kelam, bir kişinin desteği ile ayağa kalkma gücünü kendinde bulup dikiliyorsun ayaklarının üstüne.İşte o an , o andır.Bir adım atarsın ve gerisi gelir.2.günün sonunda 10m2 lik odamın kapısına kadar gidebilmiştim.3.gün cesaretimi toplayıp odamın dışında tabir-i caizse bir volta atayım dedim ve attım.Zaman zaman içimden geçiriyordum o hastahane koridorunda voltalarken “oğlum orhan iyi gidiyorsun 3-5 güne kalmaz çıkarsın bu hastahaneden”derken temiz hava almak için hastahane kapısından bile çıkacak noktaya geldim bir nefes aldım ve içeri kaçtım.5.gündü yanlış anımsamıyorsam rutin yürüşüyler ve şenşakrak muhabbetlerin gecesi birden nefes alamamaya başladım doktorlar koşuşturuyor onlar koşuşturdukça heyecanlanıyor nefesin kesiliyordu.Apar topar yoğun bakıma indirildim.

                               Ikinci yoğun bakım safhası

                Kendimi astronot gibi hissettim kocaman bir oksijen maskesi var kafamda! Yüzümde değil kafamda! Benim iradem dışında ciğerlerime oksijen pompalıyor ve benim iradem dışında dışarı salıyordu. Bu arada zamanlaması benim yıllardır alıştığım nefes alıp-verme şekline denk ilerliyordu.Olan biteni anlamaya başladığım sırada etrafımda bir hareketlilik sezindim.Ameliyattan çıkmak üzere olan birisi için yatak hazırlığı vardı personel ve hemşireler koşuşturuyordu hasta olarak ayık olan sadece ben vardım tedbir icabı ordaydım ve herşeyi gözetliyordum. Karşımdaki kapıdan yoğun bakım yatağıyla birisini getirdiler kendimi gördüm orda bende aynı bu şekilde gelmiştim 5 gün önce . Adamın olan bitenden haberi yok bir o yatağa bir bu yatağa alınıyordu üzeri değiştiriliyordu,temizleniyordu. Doktorlar tepesinde dikilmiş ona bakıp ameliyatı ile ilgili yorumlar yapıyorlardı ve ben sanki orda,onun yerinde yatıyordum.Burukluk kapladı içimi.Ailemi özledim. İçim içime sığmıyor koca yoğun bakım ünitesi bana dar geliyor gitmek istiyordum garip duygular hissediyordum.Fırıl fırıl dönen gözlerimi farketmiş olmalılar ki bir sakinleştirici iğne ile sabaha uyandım.Aileme kavuştum ertesi gün zor oldu tabi doktorlar çıkarmak istemiyordu. Hemşire bir kız yardım etti bana. Bayağı bir dil döktüm kendisine tabir-i caizse kafasını ütüledim ve en sonunda “bu yatak çok rahat benden sonra peşimden yollayın bunu” gibisinden bir ukalalıkda yapmadım değil hani.

                              



Servis odasına alınış ve dostlar sıcaklığı

                Tekrar servis odasına alındım ve önümdeki iki gün boyunca ne kadar sevildiğimi ve ne kadar çok insanın aslında benle birlikte olduğunu anladım. Ailem vasıtasıyla dolaylı yoldan beni tanıyan ama benim kısmen tanıdığım veya tanımadığım bir sürü insan geldi ziyaretime.İşte insan o zaman anlıyor yaşamanın asıl gayesinin ne olması gerektiğini.Yaşam, senin insanlarla olan samimiyetinin toplamıdır, güler yüzünün yarattığı pozitif enerjidir.Istanbuldaki dostlarımız Trabzondaki hemşerilerimiz ve yurtdışından akrabalarımız an be an arıyor gelebilen geliyor ve moralim çok iyiye gidiyordu.Kendimi artık iyice “iyi olduğum”fikrine alıştırıyor olumlu yanları görmeye çalışıyordum ve bu duygu karmaşasını kendi mantıklı gerekçelerimle yönlendirmeye ve kontrol etmeye çalışıyordum

                KABUS

Ertesi güne uyandığımda ayağa kalkmam ile görüşümün yok olması bir oldu. Ayağa kalkıyorum ama hiç bir şey göremiyordum.Çok korkmuştum. Neler olduğunu anlayamıyordum doktorlar her zamanki gibi koşa koşa geldi.Tansiyon problemi yaşıyordum ama bu problem trajikomik bir vaziyette ilerliyordu.İkimizden biri dalga geçiyorduk ya ben tansiyonum ile dalga geçiyordum ya da o benimle.Ayağa kalkınca alınamayan bir nabız ve oturunca normal seyrine dönen bir nabız.Bu bahsettiğim olay en fazla 5 saniye sürüyordu.Moralim bozulmuş ayağa kalkmaya korkar vaziyete gelmiştim.Psikolojim alt üst olmuştu. Odamın kapısına bakınca artık oraya hiç yürüyemeyeceğime dair saçma sapan hislere kapılıyordum.Sırf bu dengesiz duygular yüzünden 3 kere oda değiştirdim.Pozitif birşeyler yakalamaya çalışıyordum. Çeşitli uygulamalar yapıldı bir takım “şeyler” denendi. Yok arkadaş şaka git gide ciddi olmaya başladı.En sonunda doktorum Azmi bey “bulun artık şunun sebebini” dedi. Olay şuymuş:Sürekli yatmaya alışan bir bünyenin normal seyrini yatış pozisyonu olarak algılamıştı vücud ve ayağa kalkınca alışılagelmişliğin aksinde olan duruma tepki veriyordu yeterince hızlı kan pompalanmıyordu beyine. O halde “vücudumuzu eğitelim”kampanyası başlatıldı.Neydi bu ? Oturur pozisyonda yatmak.Zamanla alışmaya başladı kalp ve beyin yeni  düzene.Bense bu durumu yattığım pardon oturduğum yerden seyrediyordum. Tansiyonum düşüyor hemen kalp dengeliyor yok yok pardon düşüyor  hayır hayır dengeleniyor derken kalp ve beynin köşe kapmacalarını an ve an izliyordum bundan keyif alıyordum.

                Taburcuuu

28 Nisan 2011 günü  öğleden sonra taburcu oldum Ertan Çınar ağabeyim sağolsun beni ve ailemi havaalanına kadar getirdi. İlkleri yaşıyordum ilk kez arabaya biniyordum ve arabaya binmeyi öğrenmem gerekiyordu eğilmek mümkün değil ve hayatımda ilk kez 15 dakikada bir araca bindim. İçten içe Ertan ağabeyime gülüyordum istanbul trafiğinde arabayı sallamadan çukurlara düşmeden ve bir o kadarda çabuk bir vaziyette havaalanına yetişmeye çalışıyorduk.En nihayetinde havaalanı ve akabinde havaalanında yaşanan envait çeşit problemler.Velhassıl kelam, sallana sallana söve söve Trabzon’a vardım.4 sene şehir dışında yaşadım ve ilk kez evimi bu kadar özlediğimi farkettim. Ben ve ailem aynı çatı altında artı farklı bir hayat güzel olmasını temenni ettiğim günler.



Ailedeki huzur mutluluk budur.

23 Eylül 2011 de 6 aylık kontrol için gittim zar zor çıktığım o hastahaneye. Şimdi ellerimde cebimde güle oynaya giriyordum o dönen kapıdan içeri. Doktorumla tekrar görüşebilecek olmanın heyecanı vardı ve tabikide 6 ay sonra arkamda neler olup bittiğini öğrenecektim.Azmi hocamla güzel birkaç dialogun akabinde “sana 1 sene yüzme yok demiştim ama görünen o ki 6 ay sonra artık yüzebilirsin çok iyi bakmışsın kendine” demesinden sonra artık çok rahatlamıştım.

Sabredip okuyan herkese minnet ve şükranlarımı sunarım.

                               Orhan Kaan Kahraman

15 Temmuz 2011 Cuma

Ummut Bullut

           Hızla geçen hayat akışı içerisinde senin yazınıda tıpkı zamanında sana yaptığım gibi 2. plana attım.Geciken yazı için öncelikle özür dilerim.

Ummut Bullut

Kimdir Ummut Bullut?
 2003-2004 sezonunda Ankaragücü formasıyla 22 maçta 11 gol
2004-2005 sezonunda yine Ankaragücü formasıyla 34 maçta 9 gol
2005-2006 sezonunda 33 lig maçında 16 gol ve 2 kupa maçında 3 gol toplam 35 maçta 19 atarak hemen akabinde de Trabzonspor’a imzasını atmış olan bir futbolcudur.
2006-2007 sezonunda Ligdeki 31 maçta oynamış ve 15 gol atmıştır ayrıca 8 Türkiye kupası maçında da 4 gol atmış ve toplam 39 maçta 19 gol atarak bir Türk futbolcu için çok iyi bir istatistik yakalamıştır.
2007-2008 sezonunda Ligdeki 33 maçta forma şansı bulmuş 14 gol atmış ve yine 4 Türkiye kupası maçında oynamış ve 3 gol atmıştır. Yani bu sezonda toplam 37 maçta 17 gol atarak yine dengeli bir grafik göstermiştir.
2008-2009 sezonunda Ligde 33 maçta oynamış, 14 gol atmış.
2009-2010 sezonunda ise 31 lig maçında 11 gol, 9 Türkiye kupası maçında 7 gol atmış ve bu sezon Trabzonspor’unda Türkiye Kupasını kazandığı sezondur.
2010-2011 sezonuna gelindiğindeyse 33 maçta oynamış ki bunların 30u ilk 11dir, 13 golde imzası vardır. Türkiye Kupasında ise 4 maçta 3 gol atabilmiştir.


Genel olarak fotoğrafına bakmadan videosunu izlemeden kendisini tanımadan istatistiksel olarak değerlendirme yapıldığında çoğu futbolseverin takımında isteyebileceği türden istatistiklere sahip bir oyuncu portföyü çizmiştir.
Şimdi de birebir izlediğiniz Ummut Bullut’u konuşalım. Kendisi gerçekten dünya üzerinde sayılı “şanssız” diye adlandırdığım futbolculardandır ama şanssızlığı kadar bitiricilik eksikliği de vardır çünkü bu futboldur her zaman aynı nitelikte ve hatta nicelikte oynanması mümkün değildir hele ki bulunduğun takımın şehrinde herkes antrenör herkes forvet ve aynı zamanda kaleci, orta saha, bek ve stoper hatta başkanken. Fakat yediği hakaretler ve küfürlere rağmen sadece işini yapan “Elinden geldiğinin tamamını oyununa veren” bir Ummut Bullut vardı.
Futbol, benim gözümde her ne kadar eğlence niteliğinde olsa da futbolun gerçekte bir ticaret ürünü olduğuna inananlardanım ve ticaret gereği almadan vermek olmaz. Futbolda, futbolcu bazında yaşadığım 2 travma vardır birisi Fatih Tekke’nin İstanbul takımlarından birine gitmesi ötekiyse Selçuk İnan’ın da bir başka İstanbul takımına gitmesidir. Bu iki futbolcuda taraftar için çok başkalaşmışlardı. (en azından benim için öyleydi) Klübün anahtarını teslim et git, ardına bile bakma cinsindendi onlar benim için.
Selçuk İnan’ı Selçuk İnan yapan Şenol Güneş’tir. Seni Selçuk yapan ise Trabzonspor’dur.
Trabzonspor taraftarının değerleri  daha çok manevi niteliktedir. Genel olarak adlandırdığımız zaman bunlara tek kelime ile “ADAMLIK”deriz

Peki ya hakaretlere uğrayan, arkasından istisnasız gol attığı ya da atamadığı her maçtan sonra küfürler edilen Ummut Bullut ne yaptı? Hepimizin suratına tokadı vurdu ve klübüne 3.794.842 Euro kazandırdı yetmezmiş gibi gittiği klüpten yaptığı açıklamayla ben Trabzonsporlu Ummut Bullut’um dedi. Biz Trabzonspor taraftarı bunu bekleriz, bunu isteriz içten olsa da olmasa da bu lafı duymak bizim gururumuzu okşar, bizler özür dileyecek kadar adamsak başımızı öne eğecek kadar efendiysek karşımızdakinden de bunu bekleriz. İstanbul orda ama Avrupa yakası Avrupa değildir Selçuk Efendi.
Neden sevmezdi Trabzonspor taraftarı Ummut Bullut’u diye soracaksınız beklide. Bu sorunun cevabını Ummut Bullut gittiği klüpde verdi.
-Nasıl bir futbolcusunuz siz?
-Ben emm,,,… Koşaarım.
Bu her şeyi açıklıyordu zaten Yetmez ama evet diyebiliriz.
Biz sadece bununla yetinen bir kitle olmadık olamadık.
Arkadaşın biri söylemiş bir söz
"Bizim her sezon ortalama 15 gol atan bir forvetimiz var ama topçu değil"
Ummut Bullut belki topçu değildi ama ADAMDI ADAM! ADAM!
Yolun açık olsun buradan seni Ummut Bullut olarak hatırlamak istiyorum. Toulouse klübünde kendi kimliğine tam anlamıyla kavuşurda Umut Bulut olursun inşallah.
Yolun açık olsun.

Şike Yasal

 Bazı insanlar futbolun ölüm kalım meselesi olduğuna inanır, sizi temin ederim ki bundan çok daha fazlasıdır.
                 
Bugün daha fazlası olduğunu ekranlardan naklen seyrettik.Türkiye Futbol Federasyonu , Türkiye’nin futbol kaderini yakından ilgilendiren bir “değerlendirme”yi açıkladı. 3 Temmuz sabahı başlayan “Temiz Kramponlar” adlı Şike-Teşvik ve Çete kurmayı kapsayan gözaltı operasyonları dalga dalga başladı.

O hafta içerisinde Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım , Asbaşkanı Şekip Mosturoğlu, Fenerbahçeli Yönetici İlhan Ekşioğlu tutuklanarak Metris Cezaevine gönderildi.Fakat 1 ay öncesine kadar Fenerbahçe Erkek Voleybol takımı başkanı olan Mehmet Ali Aydınlar TFF’nin başındaydı. Bugün yani 11.07.2011 Pazartesi günü hiçbirimiz objektif bir değerlendirme beklemiyorduk TFF’den fakat yapılan açıklama Türk Futbolunu katletmiş linçetmiş yok etmiştir. Fenerbahçeyi kurtarmak adına, Türk Futbolunu satmıştır . UEFA’dan 3 Temmuz haftası içerisinde yapılan açıklamada “1% ihtimal dahi varsa o takımı bana gönderme” yönünde telkinde bulunulmuştu. Artık gözümüz UEFA’nın bize uygulayacağı yaptırımlardadır. Kendi marka değerlerini korumak adına Türk Futbolunu yok saymışlardır. Ülke futbolunun Dünya Kupasında kazandığı başarı ile başlayan değer yükselişi bugün tamamiyle yerin dibine sokulmuştur. Bu ülkede artık futbol müsabakası seyretmenin , değerlendirmenin , eleştirmenin hiçbir tadı tuzu kalmamıştır çünkü bu tarihden sonra atılan hiçbir golün anamızın ak sütü gibi helal olduğu konusunda net konuşamayız.     

Sizlere başkanınızın seyredemediği asbaşkanınızın yanında olmadığı nice hüsran dolu şampiyonlar ligi maçları diliyorum ve son bir söz tarih bunları da yazar.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Temiz'lig imandandır

3 Temmuz Pazar sabahı tüm Türkiye güneşli bir güne uyanmıştı. Güzel bir Pazar günü geçirmek hevesiyle planlar yapılmıştı fakat içimizde bu güne dair bir burukluk vardı tam 11 yıl önce bizler gülüşümüzü kaybetmiştik bugun, Kemal Sunal’ı kaybetmiştik.Ölüm yıldönümünde Türkiye’nin gündemi ise tamamen farklıydı.

            Gündem bir anda teşvik ve şike suçlamalarıyla göz altına alınan isimler ve suçlandıkları konulardı.Şahsen en büyük rakiplerimizden birisi bu iddiaların tam ortasındayken sevinemiyor ülke futbolunun içine düştüğü bu duruma üzülüyorduk.Günün tüm parıltısı bir anda gitmiş yerini çirkin olaylara bırakmıştı.



Şike ve teşvik alenen yapılıyor utanmadan üstünü bile kapamaya çalışmamışlardı. Bu durumdan çıkarılacak sonuç; meğer gücün ahlakı yokmuş sonucudur.

6 ila 8 ay boyunca takip edilen olaylarda Türk futbolunun çok büyük yara alacağı su götürmez bir gerçektir ama bundan sonrası için geleceğe umutla bakmamıza yardım sağlıyor.
Adaletin yerini bulması Türk futbolunun geleceği için çok büyük önem taşımaktadır
Zira adalet denen kavrama güvenilmesi pek de zordur bu ülkede.
Suçlamaların doğruluğu halinde yapılacak en uçuk ama en ideal uygulama Trabzonspor’un şampiyonluğu ise Trabzonspor için ter dökmüş ama şimdi başka takımlarda olan Selçuk İnan,Egemen Korkmaz,Ceyhun Gülselam,İbrahima Yattara ve Umut Bulut’un bu sevince ortak olamamaları ne kadar adaletli olacaktır? Peki ya bizlerin,bu insanlara umutlar bağlayıp,onlara sevdalanıp,terk edilmemiz (gıyabında adeletsizlik yüzünden) adalet midir? Gideceğim / gitmeyeceğim kaygısı taşıyanların ben artık gitmem demesi adaletli olacak mıdır?
Yukarı tükürsen de adalet değil , aşağı tükürsen de değil . O zaman tam suratının ortasına tüküreyim böyle sistemin.Geç gelen adalet , adalet midir?
“Beyaz adam özgürlük gibi adaleti de
bir kadın heykeliyle simgeledi
ama elinde terazi tutan zavallı kadın
gözleri bağlı olduğu için kendisine tecavüz edenin
kim olduğunu göremedi...”
Ne onun için ne bunun için , Türk futbolu için hayırlı olsun.İlahi adalet varsa bari o yerini bulsun.
“Emek veren bir takım olarak, paraya karşı yetenek ve emeğin savaşını verdik. Tarih bunları yazacak." diyen bir adam tanıdım ben.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

NEDEN BLOG?



              Sanal bir dünyada gerçekmiş gibi yaşıyorsak eğer, sanallığından dem vurup ömrümüzü tüketiyorsak şu daracık ekran karşısında,etiklik ve değer yargıları gereği frenlemek zorunda kalıyorsak kendimizi,su gibi boş ve özgür olan yere kayma çabasıdır benimki.Çünkü ben;başımı versem özgürlüğümü vermem.Kendimi bundan sonra buradan da ifade etmeye çalışacağım. 


"Özgürlük hala en yüce değer değilse eğer
Prangalı kalsın diyorsanız köleler
 

Unutun tüm dediklerimi 
Yıkın diktiğiniz heykellerimi"


Mustafa Kemal Atatürk